6
Hitler: Allah razı olsun ama yazık adama! Somali karıştı, Bush Efendi gel bizi kurtar!Vietnam yandı, Bush Efendi gel ateşi söndür!Artık bizim de bir şeyler yapmamız lazım, değil mi Toplen!Dünya barışına katkıda bulunma günü geldi çattı!Üstelik Dünyaya barışı bizim gibi üstün bir ırk getirmeyecek de kim getirecek, sabun kafalı Polonyalılar mı?
Toplen: Sabun kafalı!(Not alır)Güzel fikir doğrusu!
Hitler: Güzel fikir olan ne?
Toplen: Dünyaya barış götüreceğiz ya, acaba diyorum hazır barış götürmüşken gittiğimiz yerlere sabun da götürsek mi?Savaşın kirlerini temizlemek için...Ne de olsa Polonya yolumuzun üzeri...
Hitler: Aferin lan Toplen, yumuşak mumuşak ama çalışıyor arada bir kafan!
Toplen: E, hadi o zaman sefer emri verin de çıkalım yola...
Hitler: “Sefer emri verin de çıkalım yola.” Dünyaya barışı kılıç kalkanla mı götüreceksin sersem kafalı yaverim benim!
Toplen: Ay, olmaz tabi...Elma soymaya gider gibi...
Hitler: Yeni bir silah bulmamız lazım Toplen...Yeni bir silah....
Toplen: Benim üzerinde çalıştığım bir şey var efendim...
Hitler: Nedir o?
Toplen: Adını daha koymadım ama, böyle uzun, silindir biçiminde, iri başlı bir silah, ucunda da esas merminin attırılacağı bir delik var...
Hitler: Ulan Toplen, hiç öyle silah olur mu evladım?
Toplen: Ay,olmaz mı efendim, olur tabi...Tüm erkeklerde var bu silahtan...
Hitler: Yavrucuğum sinirlendirme beni, biz Dünyaya barış götürmeye mi gidiyoruz yoksa Dünyanın anasını.....Tövbe tövbe...Aklın fikrin hep şeyde!
Toplen: Şimdi bir düşünün karınızla kavga ettiniz, karınızla barışmak için ne yaparsınız?
Hitler: Gidip, özür dileyip, yanağına bir öpücük kondururum...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra o da beni öper...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra öpüşürüz...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra yatağa gideriz...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra...Sonrasından sana ne!
Toplen: Bana ne olur mu efendim..Aksine esas beni ilgilendiren bölüme geldik...
Hitler: Neymiş ulan seni ilgilendiren bölüm!
Toplen: Aranızda ki savaşın nasıl bittiği bölümü...Siz karınıza barışı nasıl götürdünüz?
Hitler: Nasıl götürdüm?
Toplen: Silahınızı kullanarak!Siz nasıl silahınızı kullanarak karınıza barış götürdüyseniz biz de aynı silahtan yaparak Dünyaya barış götüreceğiz!
Hitler: Biraz ufak olmaz mı?Yani bir kadın için fena sayılmaz ama, ne bileyim koskocaman dünya!
Toplen: Ay, hiç güleceğim yoktu!İlahi Hitler, sen adamı toplama kampına götürürsün!Şu kadarcık şeyle Dünyaya barış mı gider hiç! Onun büyüğünü yapıcaz...
Hitler: Yaptık diyelim, mermi olarak ne kullanacağız...Düşmana sperm fırlatacak değiliz herhalde!
Toplen: Ay, herhalde!Mermimiz böyle kocaman yuvarlak bir şey olacak, içine barut konacak...Silindirin arkasına da bir fitil, fitil söndü mü, yuvarlak mermi yerinden fırlayıp, hop diye düşmanın kafasına konacak.
Hitler: Şayet bu dediğin silahı yaparsan, seni ölümsüzleştirip, bu silaha senin adını veririm...Yok işe yaramazsa o zaman sana transparan kıyafetler giydirip barlarda şarkı söyletmezsem bana da Hitler demesinler...
Toplen: Ay, yani şimdi bu silaha Toplen adını vereceksiniz...
Hitler: Toplen adı güzel olur ama nasıl olsa halk arasında söylene söylene değişir “Top” olur..İyisi mi biz şimdiden o silaha top diyelim gitsin...
Toplen: Ay, çok mutlu falan oldum şimdi.Size söz bundan iyi bir silah bulamazsınız...
Hitler: Vallahi ben anlamam toptan tüfekten, anlamam taştan yürekten...
Toplen: Efendim, bu sözleri bir yana not edin, çok güzel şarkı sözü olur. İyi para kazanırsınız bu işten.
Hitler: Ulan, Toplen beyninde mi yumuşadı ne! Paranın ne önemi var, mühim olan dünya barışı...Dünya barışı (Bülent Ersoy gibi)
Toplen: O ne be?
Hitler: Ne bileyim, Bülent Ersoy beni andı herhalde! Neyse sefere gidiyoruz Toplen, acil toplen!!
Can D – İşte mal bu! Harbiden güzel oldu!
Rutkay U – Abi isimleri değiştirsek mi acaba!Sonra başımıza iş açmasın...
Can D – Ne olacak oğlum, Bush sinirlenip de bizi işgal edecek değil ya...Bir şey olursa değiştiririz, olmazsa canımız sağolsun...
( Nejat Şensoy içeriye girer...)
Nejat – Size bir iyi bir de kötü haberim var..Önce hangisini söyleyeyim!
Can D – Önce kötüyü söyle...
Nejat – Sponsor firma vardı ya...
Rutkay U- Eee?
Nejat – Artık yok...
Can D – Nasıl yani?
Nejat- Yani bizim oyuna para verecek firma vardı ya, artık para falan vermiyor...
Can D- Neden vermiyorlarmış?
Nejat – Söylediklerine göre, şirket bunu vergiden düşemeyecekmiş ve bu açığı kapatmakta zorlanacaklarmış, ama anladığıma göre tek sebep paşa gönüllerinin vermek istememesi.
Can D –Neyse iyi haberi söyle bari!
Nejat – İyi haber de şu, şimdi biz para gelmeyince sahneye içinde alevler yanan sac yaptıramayacağız ya
Rutkay – Evet?
Nejat – Onun yerine bedavaya gelecek bir şey buldum.
Can D – Ne o aslanım, çıldırtma adamı?
Nejat – Benim amcam Gemlik’te. Zeytin ihraç ediyor...
Rutkay U- Sponsor mu olmak istiyor?
Nejat –Hayır, bize istediğimiz kadar teneke yollayabileceğini söyledi...
Rutkay U – Ne için?
Nejat – İçinde ateş yakmak için!Sac yoksa teneke var...
Can D – Napalım, elimizdeki mal bu!Tenekeleri kırmızıya boyarız, bir de cilaladık mı belki bir şeye benzer...Şu zebaninin efekt işi oluyor mu Müjdat?
Müjdat – Abimle çalışıyoruz, merak etme!Genel provaya hazır olur...
Can D – Arkadaşlar!Bir kere çıktık yola, sponsor var ya da yok farketmez...Hepimiz inandık bu işe..Önemli olan oyunculuktur, dekor kostüm palavra gibi saçma laflar etmek istemem ama şu anda elimizde kalan tek şey oyunculuk anlaşılan...Gösterin marifetinizi, samimiyetinizi ve tiyatro aşkınızı...Are you okey?
Hepsi – Okey boss...
Can D- O zaman final parçasını bir görelim...Var mı kıl tüy bir sorusu olan?(Sessizlik) O zaman kim çıkıyorsa çıksın sahneye...
(Işık söner. Karagöz sahneye girer.)
KARAGÖZ: Hayat bir oyun belki doğrudur, ama kim rolünü önceden alıp da okumuştur? Sahneye çıktığında iyi oyna, ama sen sen ol, sakın hayatta oynama! Hayatta kendi kendinin hem yazarı,hem yönetmenisin...İyi yaz rolünü ki oyun kötü bitmesin, iyi yönet ki kendini etrafındakiler seni sevsin ve sakın oynama ki seyircilerin seni izlemeyip de yaşadıklarını farz etsin...Hayatın yok amatörü, profesyoneli...Ama yoktur hiçbir sahnenin de tapusunun sahibi...
RUTKAY UYGUR:
( Sahnede beş kişi yerde yuvarllak halinde oturmaktadır. Ayakta onlardan biraz genç eğitmenleri durmaktadır. Fonda bir yoga müziği çalmaktadır. Müzik biter ve Tufan Karaumut konuşur.Oturanlar hayranlıkla onu dinlerler.Tufan Karaumut devrimci bir kişiliğe sahiptir.)
Tufan: Bu yaptığımız sadece küçük bir meditasyondur arkadaşlar. Tiyatro ruhunuz ile bedeninizin ayrışmasıdır. Bu sebeple bu meditasyon tiyatronun alfabesidir bilmem anlatabildim mi?
Aslı: Evet hocam analdım...
Tufan: Güzel...Onun için çalışmalarımıza tiyatronun alfabesinden başlayacağız ve günümüzn tiyatrosuna gelene dek tüm everelerini pratik olarak çalışcağız ve buralardan elde ettiğimiz bilgilerle de geleceğin tiyatrosunu oluşturacağız.
Cihat: Biz mi yapacağız bunların hepsini?
Tufan: Evet...İnanmak başarmanın yarısı. İnanarak, çalışarak, okuyarak bunu yapacağız...
Ramazan: Siz öğretmeyecek misiniz yani?
Tufan: Elbette ben öğreteceğim ama birlikte çalışcağız.Tarihsel mitleri, ilk insanın arayışlarını ve ilk insan ritüellerini araştıracağız, sonra gelip burada tartşııp, sahneye koyacağız.Ama bundan önce kendimizin ne istediğini bulmamız lazım! Evet, ana soru bu!”Ben ne istiyorum?” Önce kendi öz benliğimize ineceğiz ve kendimizi masaya yatırıp araştıracağız..Mesela sen niçin geldin buraya?
Aytunç: Kendimi ifade etmek ve insanlar tarafından beğenilmek, takdir edilmek için geldim. Her şeyden öte bir üniversite öğrencisinin bir takım sosyal aktivitelerde bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Tufan: Egon yüksek mi?
Aytunç: Herkes kadar yüksek...
Tufan: Bana sanki senin egoların daha yüksekmiş gibi geliyor.Burada egolarınızı atacaksınız bir kenara. Birey diye bir şey yoktur. Önemli olan ekiptir ve ekip ruhu yakalanırsa-ki yakanmalıdır-hep birlikte bir blok olarak yükselinir.Peki sen niçin geldin buraya?
Cihat: Vallahi benim gelişim tesadüfen oldu.Yemakhane kuyruğunda bekliyorduk, o esanada bize tiyatro kulübünün toplantısı olacağına dair broşür verdiler. Biz de atraksyon olsun diye gelidik. Egom da yüksek değildir.
Tufan: Bu işi devam ettirmek istiyor musun peki?
Cihat: Kısmet...(Ellerini oğuşturur.)
Tufan: Peki ya sen ne için geldin Aslı?
Aslı: Yeni insanlar tanımak için...
Tufan: İşte tiyatronun bütünselliği burada yatıyor..Farklı amaçlarla bir araya gelmiş insanlardan bir grup oluştu burada.
Rutkay: Grup...Bakınız herhangi bir sözlük..Sayfa 216...Aynı amaç için bir araya gelmiş birden fazla kişiye verilen ad. Bu tanıma göre biz grup değil topluluğuz! Yani deminden beri susayım diyorum ama, dayanamdım hocam!
Tufan: İşte!Aramızda bir de ukala var...(Herkes güler.)Grubumuz, daha farklı bir alana yayılacak böylece. Sevindim buna!
Rutkay: Kusura bakmayın ama sabahtan beri söylediğiniz şeylerin hepsi vakti zamanında ülkemiz kuzeyinde var olan yerleşim bölgelerinde denendi ve 1990 yılında da çöktü.
Tufan: Nasıl yani?
Rutkay: Yani, etrafımıza şeffaf duavarlar örelim, kendimiz üretelim, kendimiz yükslelelim mantığı artık çöktü. Başarısızlığı ispatlandı. Çünkü insan egosu olan bir varlık.
Tufan: Ya, deme! Gerçekten mi?
Rutkay: Ve tiyatro da bir ego işi...Egosu yüksek olmayan insanın burada işi olmaz, olamaz da...Ruhsal bozuklukları olan insanlar sanatla uğraşır ancak.Ve sanat deliler için bir meslekse, tiyatro zır delilerin mesleği.
Tufan: O zaman bir dinleyelim bakalım sayın zır deliyi..Nedenmiş o?
Rutkay: Çünkü sağlıklı hiçbir insan yaptığı işin karşılığında alkışlanmak istemez. Düşünsenize bir doktorun basit bir apandisit ameliyatından çıktıktan sonra tüm koridordakiler tarafından alkışlandığını, ya da bir pilotun uçağı yere indirdikten sonra havaalanında insanları selama çıktığını. Bu iş, aklı başında insanların yapacağı iş değildir.Bu insanların ya küçükken bir ezilmişlikleri vardır, ya da kendilerini ifade etme güçlüğü çekiyorlardır. Yoksa kim neden sanatçı olmak istesin ki?
Cihat: Karı- kız götürmek için...(Gülerler..)
Rutkay: Tamam, işte o da bir ezilmişliğin göstergesi...Normal hayatta kızlarla iletişim kurma sıkıntısı yaşayan biri için tiyatro, kızlara ulaşmanın en güzel aracı...
Tufan: Hangi bölümde okuyorsun sen?
Rutkay: Psikoloji..
Tufan: Baştan söylesene canım...(Eliyle deli işareti yaparak) Tabi, haklısın Rutkay...Haklısın..(Arkasını dönerek) Fazla üzerine gitmemek lazım...(Herkes güler.Rutkay’ın telefonu çalar.)
Rutkay: Enver Aral arayacaktı, hocam. Konuşabilir miyim?
Tufan: Elbette...
Rutkay: Alo..Efendim hocam...Tamam...Nerdesiniz?Peki beş dakika sonra oradayım...Görüşmek üzere...(Telefonu kapatır.) Enver Saral’ı tanıyorsunuz değil mi hocam?
Tufan: Evet...Gölge oyunu falan yapıyor değil mi?
Rutkay: Hem o işin hem de ortaoyununun ustası...Bizi çalıştıracak bu sene...
Tufan: Bence hiç gerek yok. Çünkü biz zaten tarihsel süreç içinde kukla yapmayı da, ortaoyununun köklerini de, Karagöz’ü de araştıracağız..Köy seyirlik oyunlarını oynayacağız...
Rutkay: Ama bir bilene sormakta fayda vardır, değil mi hocam!(Rutkay çıkar...)
Tufan: Şimdi yapacaklarımızı konuştuk, birbirimizi de tanıdık.Bu çalışma sürecinde kendime bir de asistan istiyorum..Aslı?
Aslı: Ay, ben mi? Bilmem ki...
Tufan: Olur! Olur!
Aslı: Siz olur diyorsanız olur...
Tufan: O zaman benim telefon numaramı al, kendi numaranı da bana ver...Bundan böyle size ulaşmak istediğim zaman Aslı’yı arayacağım, siz bana ulaşmak istediğiniz zaman ise beni bekleyeceksiniz. Çünkü ben zaten haftada iki gün burada olacağım.(Gülerler..)Bir de bu salonda mı çalışyoruz bundan böyle?
Mustafa: Evet, hocam..İki hafta önce sağlık kültür daire başkanlığına dilekçeyi verdim, oradan rektör yardımcısına gidecek, sonra danışman hocanın da imzasından geçerek tekrar sağlık kültür daire başkanının onayına sunulacak.. Oradan onay çıktıktan sonra güvenlik amirliğinden izin alınacak ve rektörün onayına sunulacak.O zamana dek geçici olarak bize tahsis edildi, ama büyük ihtimalle sürekli olarak da alırız salonu.
Tufan: Bu işlerle sen mi uğraşıyorsun?
Mustafa: Bu kadar bürokrasi ile kim uğraşır hocam? Ben deli miyim...
Tufan: O zaman bu işlere de Rutkay bakıyordur...
Aslı: (Güler) Ay hiç güleceğim yoktu hocam, çok espiritüelsiniz!
(Bir sessizlik, bir bakışma) Yani bir zır deli olarak bu işleri Rutkay’dan iyi de kimse yapamaz zaten!
Tufan: Hadi o zaman, bugünkü çalışmamız bitti. Yolumuz açık olsun..Ben gidiyorum. Aslıcım, bir durum olursa ben seni ararım.(Tufan çıkarken, Rutkay ile Ever Saral girer...)
Tufan: İyi akşamlar..
Enver Saral: İyi akşamlar... (Arkasından)Kim bu?
Rutkay: Bu mu? Hocaymış...
Enver Saral: Genç yaşta hocalık mertebesine eriştiğine göre, üstün zekalı biri olsa gerek.
Rutkay: Arkadaşlarla tanıştırayım sizi hocam, buyurun!
Enver Saral: Merhaba gençler...
Hepsi: Merhaba hocam...
Enver Saral: Ne güzel bir şey böyle ışık saçan gençleri bir arada görmek...Aferin size! Bu saatte kahvede oturup pişpirik oynamak yerine gelmişsiniz burada birşeyler öğrenmeye çalışıyorsunuz...
Cihat: Sağolun hocam...Sırf tiyatroyu sevdiğimizden buradayız. Sorması ayıp siz neden buradasınız?
Enver Saral: Para kazanmak için tabi...Öyle bakmayın canım, cebinizdeki harçlıklara el koyacak değilim, ama ne demişler “Emek için yemek, yemek için emek lazım...” Yanlış mıyım?
Aslı: Elbette haklısınız hocam..Ama ben asistanınız olamayacağım baştan söyleyeyim...
Enver Saral: Nedenmiş o?
Aslı: Çünkü daha az evvel Tufan Hocanın teklifini kabul ettim...
Rutkay: O sana başka tekliflerde de bulunacak daha..Sen hiç merak etme...
Aslı: Sen de kıskançlık etme!
Ramazan: Neyse hocam, para işini çözeceğiz bir şekilde...Bize ne göstereceksiniz peki? Neler öğreneceğizi sizden...
Enver Saral: Kitaplarımda yazan herşeyi anlatacağım size...
Rutkay: Karagöz yapmayı da öğrenecek miyiz?
Enver Saral: Tabiki...Zaten ben kitabımda da yazdım. Karagöz yapmayı bizler genç nesillere öğretmezsek, bu sanat yaşayamaz diye. Sonra genç nesil çıkar ortaya, başka şekillerde, başka renklerde Karagözler Hacivatlar yaparlar, bu sanat ancak müzelik olur diye...Ama kimseden ses çıkmadı, en nihayetinde Karagöz de müzelik oldu, biz de..
Ramazan: Karagöz neden yapılır hocam?
Enver Saral: Oynatmak için!
Ramazan: Öyle değil hocam...
Enver Saral: Öğle değilse akşam mı?
Ramazan: Hayır yani Karagöz’ün ham maddesi nedir?
Enver Saral: Karagöz’ün ham maddesini bilmem ama pişmiş maddesi Deve derisidir.
Ramazan: Yani deve derisinden mi yapılır?
Enver Saral: Karagöz deve derisinden, tuluat laf ebesinden yapılır...Bak az evvel küçük de olsa bir gösteri sunduk arkadaşlarına, fark ettin mi?
Ramazan: Evet, evet park ettim...Hırsız girmesin diye kapılarını da bir güzel kitledim.
Enver Saral: Aferin, kaptın bu işi!
Ramazan: Hangi şişi?
Enver Saral: İşi tadında bırak ama evladım!
Ramazan: Fişi kadında mı bırakayım?Allah Allah, hangi kadında?
Enever Saral: Yeter ama...
Ramazan: Tamam, hocam... Sana şaka ettim yahu...
Enver Saral: Ama yeteneğin var bu işe...Aferin sana...
Ramazan: Teveccühünüz...
Enver Saral: Nerde kalmıştık? Hah, Karagöz deve derisinden yapılır, başka türlü yapanlar da var. Ama bir işin aslına sahip çıkmak lazım. Yoksa önce dejenere olur, sonra da yok olur.
Rutkay: Burada Karagöz de yapacak mıyız hocam?
Enver Saral: Yapmasına yaparız ama gerek yok...
Rutkay: Neden hocam?
Enver Saral: Çünkü ben size kendi yaptığım tasvirlerden getirdim.(çantasından çıkartır)
Aslı: A, çok güzel bunlar...
Rutkay: Ama bunlar deve derisi değil, değil mi hocam?
Enver Saral: Evet..Bunlar plastik...Ama şimdilik işinizi görür.
Cihat: Ne kadar bunlar hocam?
Enver Saral: On milyon...Bence alın, elinizde bulunsun...
Ramazan: Ben alacağım valla...(Parayıı verir, ardından diğerleri de para veirp alırlar...)
Rutkay: Bize deve derisinden nasıl tasvir yapıldığını öğreteceksiniz ama değil mi?
Enver Saral: Elbette, zaten kitaplarımda yazıyor...Bu bilgileri aktarmadan bu dünyadan göç edersek, sanatımıza ihanet etmiş oluruz. Onun için anlatacağım...
Rutkay: Peki deve derisini nereden bulacağız hocam?
Enver Saral: O iş çok zor..Yani bulursun, alırsın ama yeteri kadar ince olmaz, kusuru çıkar..Uğraşırsın..En iyisi plastikten yapmak..Ama o ince asetatlardan değil, kalın plastiklerden...
Rutkay: O plastikleri nerden bulacağız hocam?
Enver Saral: Ben vakti zamanında bir fabrikadan almıştım, ta Sarıyerde...Yağmurda çamurda, minibüslerde taşımıştım...
Rutkay: Fabrika nerdeydi hocam?
Enver Saral: Ne yapacaksın fabrikanın yerini?
Rutkay: Gidip biz de alırız...
Enver Saral: Vallahi çok uzak bir yerdi. Minibüsle gidiyorsun, sonra içerilere yürüyorsun. Aralarda ücra bir fabrika...
Ramazan: Birlikte gideriz hocam...
Enver Saral: Yahu verdim ya size Karagöz takımı...Daha ne diye gidecesiniz ta oralara plastik almaya...
Rutkay: Ama bunlar ince plastik hocam...
Enver Saral: A!Şimdiden Karagöze bu kadar takılmayın canım...Daha bu işin kuklası var, köy seyirlik oyunları, medddahları var...Hepsini göreceğiz zamanla...
Ramazan.: Sorması ayıp, size ne kadar para vereceğiz hocam?
Enver Saral: Sorması neden ayıp olsun oğlum...Başta dediğim gibi cebinizden harçlıklarınızı alacak değilim ama haftada iki gün iki satten ayda on altı saat için üçyüz elli milyon...
Rutkay: Yani kişi başı aylık ellişer milyon...
Enver Saral: O da sizin gözlerinizden çıkan o güzel parıltının hatrına...Birşeyler öğretmek için, bu sanatı yaşatmak için...Yoksa paranın ne önemi var, mühim olan gölge oyunu yaşasın...
Ramazan: Napalım, ayarlayacağız bir şekilde...
(İçeriye Tufan Karaumut bekçi kılığında girer...Bekçi Kastamonu ağzı ile konuşmaktadır.)
Seyfettin: İyi akşamla
Rutkay: İyi akşamlar Seyfettin abi...(Seyfettin anlamsızca bakmaktadır, bir sessizlik olur.)Sen bakma iyi akşamlar dediğime Seyfettin abi, “İyi akşamlar”senin gibi iyi akşamları kötü bir hale dönüştürmek için yaratılmış birine söylenebilecek en son söz ! Hoş o söz senin ağzından nasl oluyor da bir çırpıda çıkıveriyor, onu da pek anlamış değilim ama neyse...
Seyfettin: Ulan, yine çok konuştu..Kesin içinde bir bokluk var ama neyse...