3
NEJAT ŞENSOY:
Yıldız Ünver: Şimdi sırada kim var?
Tevfik Bilgiçer: Serdar Karabağ.
Enis Savran: A, bu Buket Karabağ’ın akrabası mı acaba?
Yıldız Ünver: Evet, yeğni! Dün beni arayıp söyledi yeğninin sınava gireceğini...
Tevfik Bilgiçer: Teyzesine benzediyse, kazanır canım.
Yıldız Ünver: Kazanır...Kazanır...Çağır çocuğum gelsin içeriye...
KARAGÖZ: Serdar Karabağ...Serdar Karabağ...
Tevfik Bilgiçer: Hoş geldin Serdar...
Serdar: Hoş bulduk!
Enis Savran: Buket Karabağ senin teyzen değil mi?
Serdar: Evet...
Yıldız Ünver: Teyzen mi soktu senin aklına tiyatroyu?
Serdar: Evet.Onu izlemek, televizyonlarda görmek beni çok fazla etkiliyordu.Sonra ben neden televizyona çıkmayayım ki?diye sordum teyzeme.Teyzem de konservatuara bir gir, sonra televizyona da çıkarsı, sinemada da oynarsın,dedi.Şimdi de buradayım işte?
Enis Savran: Tiyatro yapmayı düşünmüyor musun ki sürekli televizyon diyorsun?
Serdar: Yani tiyatro yapmayı tabi ki de isterim.İyi proje olursa neden olmasın.Ama tiyatro ile kaç kişi tarafından tanınabilirsiniz, televizyon ile kaç kişi?Ama tabi ki, tiyatro yapmam diye bir kaidem yok!
Enis Savran: Pekala, bize ne oynayacaksın?
Serdar: W.Shakespeare “Bir yaz gecesi rüyası” Puck...
Yıldız Ünver: Pekala, başla o zaman canikom.
(Müzik yükselir.Serdar sahnede oynar,replikleri duyulmaz. Müzikle birlikte oyun da biter.)
Yıldız Ünver: Tamamdır Serdar’cım...Teşekkür ederiz.
(Serdar çıkar.)
Enis Savran: Vallahi bence çok vasat! Sahnede ne yapacağını bilmiyor..Sonra, en önemlisi bu çocuk tiyatrocu olmak değil, şöhret olmak istiyor.Benim oyum olumsuz.
Yıldız Ünver: Benim oyum olumlu! Hiçbir şey olmasa,Buket’in hatırı var canım!
Tevfik Bilgiçer: Bence de fark hiç farketmez!Teyzesi de şu anda tiyatro yapmıyor ama, medya tarafından çok saygın bir yerde.Ayrıca biz tiyatrocu mu arıyoruz yoksa oyuncu mu?Unutmayalım ki her tiyatrocu kamera karşısında başarılı olamaz.
Enis Savran: Her artist de tiyatroda oynayamaz!
Yıldız Ünver: Enis’ciğim ikiye karşı bir oyla Serdar’ı okulumuza aldık.Hayırlı olsun!
Enis Savran: Peki, hayırlısı olsun,Yıldız hocam!
Tevfik Bilgiçer: Evet, sıradaki gelsin evladım.
KARAGÖZ: Nejat Şensoy...( Nejat içeriye sırıtarak girer...)
Yıldız Savran: Hoş geldin Nejat.Kaç yaşındasın?
Nejat: Hoş bulduk efendim.Yaşım 17...
Yıldız Ünver: Pekala Nejat, başla öyleyse...
Nejat: Biraz konsantre olabilir miyim, müsaadenizle?
Tevfik Bilgiçer: Tabi, hazır olduğunda başlayabilirsin!
(Nejat yan duvara gider, kafasını elleri arasına alıp, duvara yaslar ve derin nefes alıp verir.)
Nejat: Tamam, hazırım başlayabilir miyim?
Enis Savran: Başla Nejat!
Nejat: İnsan için mutluluk nedir?Biriktirdiklerini açığa çıkarmaktan daha fazla mutlu edebilecek ne vardır ki insanoğlu için şu fani dünyada?Hele bir de saatlerce tutmuşsa insan kendini,orgazm bile yanında sıfır kalır bu mutluluğun. Evlendiniz, mutlusunuz...Çocuğunuz oldu, çok mutlusunuz...Ama acılı bir yemeğin üzerine,eziyete dönüşmüş eve dönüş yolculuğunun ardından içinizden kopan bir parçaya cevaben teninizi ıslatan su damlacıkları ile tadacağınız mutluluğun tadını hangisine tercih edebilirsiniz ki?Aslında mutluluk içimizde bir yerlerde saklı, ama önemli olan onu dışarıya çıkartacak kadar azimli olabilmek. Önemli olan kara deliğin arkasında
parıldayan ışığı ve masmavi suları görebilmek. Zorlamak; her şeye rağmen zorlamak ve o hazzı tadabilmek. Bir düşünün...İki gün boyunca içinizi acıtan, midenize ağrılar sokan, kalbinizin ritmini bozan şeylerden bir çırpıda kurtulduğunuzu...Bir düşünün, telaşlı adımlarla biraz sonra dünyanın en büyük hazzını yaşayacağınız özgürlüğün kapısını açtığınızı...Bir çırpıda üzerinizdekileri çıkartıp özünüze döndüğünüzü ve kendi kendinize kaldığınızı...O anın keyfini çıkartın...Çünkü siz bunu çoktan hakkettiniz...İşte..İşte geliyor...Geliyor....
(Nejat çömelir ve ıkınır...Birkaç saniye sonra yüzünde bir rahatlama ifadesi belirir.)
Şimdi artık derin bir nefes alıp, yüzünüzü geleceğe çevirebilirsiniz...
Yıldız Ünver: Nejat, kim yazdı bunu?
Nejat: Ben yazdım efendim, beğendiniz mi?
Tevfik B.: Vallahi çok boktan!Ama bir boktan bu kadar dram çıkartmak da hiç de boktan bir iş değil...
Enis Savran: Neyse, teşekkür ederiz Nejat!
Nejat : Asıl ben teşekkür ederim...(Çıkar.)
Tevfik Bilgiçer: Bence tartışmaya bile gerek yok...Sizce Yıldız Hocam?
Yıldız Ünver: Yavrum, sıradaki gelsin...
Enis Savran: Bir dakika canım, öyle hemen kestirip atmayalım! Bence yaratıcı bir çocuk,ama nerde ne yapacağını bilmiyor...Kameraya çektiğimiz görüntülerden bir kez daha izleyelim,o zaman daha net bir karar verebileceğimize inanıyorum!
Tevfik Bilgiçer: Bu boktan şeyi bir kez daha mı izleyeceğiz yani?
Enis Savran: Bir sakıncası yoksa...Yalnız içinde saklı olan mizaha dikkat etmenizi, kelimelere yüklediği anlamlar üzerinde biraz düşünüp de öyle karar vermenizi öneririm.
Yıldız Ünver: Pekala, bir kez daha izleyelim.Oynatalım Uğurcuğum...
(Kameraman düğmeye basar, televizyonlarda Nejat’ın oynadığı tirat bir kez daha döner.)
Yıldız Ünver: Komik...Ama benim kararımı değiştiremedi.
Tevfik Bilgiçer: Benim kararımda da bir değişiklik yok.
Enis Savran: Peki öyleyse, demokrasinin kestiği parmak acımaz.
Yıldız Ünver: Sıradaki gelsin yavrucuğum....
(Işık kararır... Televizyonlarda “Konservatuara Giriş Sınavı – II” yazar...)
Enis Savran: Kim geliyor şimdi?
KARAGÖZ: Yılmaz Demirer....(Cem içeriye girer...)
Yıldız Savran: Yılmaz hoş geldin!
Yılmaz: Hoş bulduk...
Tevfik Bilgiçer: Ne göstereceksin bizlere?
Yılmaz: Kendi yazdığım bir stand-up gösterim var.Ondan bir kuble oynayacağım.
Enis Savran: Peki, başla öyleyse...
Yılmaz: Bilim adamlarımızın yaptığı bir araştırmaya göre her altı kişiden biri palavracıymış...Yani sağdan saydığımız vakit, bir iki üç dört beş...Yıldız hanım siz palavracısınız.Yani bilim adamlarına göre...Bana göre dünyada tek bir tane palavracı var o da serdar!Serdar, yani nam-ı diğer “Palavra Serdar.” Palavra Serdar öyle sizin bildiğiniz palavraların ötesinde palavralar atan,hatta ve hatta yaşaması bile palavra olan bir insan. İşte bu insan, yani “Palavra Serdar” bir gün dadaşları ile Çınarcık’a tatile gidiyor. Maksat gezmek, içmek ve tabi ki son nokta olarak da yatmak.Mümkünse de yatakta yalnız olmamak.Maksatlarının ilk iki maddesini yerine getiren Serdar ve dadaşları kiraladıkları BMW marka otomobile tıkışarak, para karşılığında yatağı ısıtan hanımefendilerin bulunduğuna dair istihbarat aldıkları bir bara gidiyorlar.Ama beş kafadarın beşinde de kafa olmamasından dolayı yatak ısıtacak hanımefendilerin pazarlandığı bar yerine hemen yanındaki “Diyarbakırlı Abdullah Usta” kebapçısına giriyorlar ve burasının bir bar olmadığını algılayamıyorlar.Öyle bakmayın ben Serdar’ın yalancısıyım.Bu son söz saçma oldu çünkü Serdar’ın yalanlarını söylemek için bir yalancıya ihtiyacı olacağını hiç sanmam. Son sözü elçiye zeval olmaz diye düzeltmemizin daha doğru olacağı kanısındayım. Neyse efendim, bar ile kebapçıyı ayırt edemeyen Serdar ve dadaşlar, bununla da yetinmeyip barmen ile Diyarbakırlı şef garsonu da ayırt edemeyerek kendisinden önce mönüyü, sonra da ortaya karışık beş porsiyon Nataşa istiyorlar.Bunun üzerine Diyarbakırlı şef garson kendisini, çok affedersiniz “Pezevenk” yerine koyan Serdar ve dadaşlara sinirlenip bağırmaya ve buna istinaden de küfürler etmeye başlıyor.Bu seslerden bir olağan üstü durum olduğunu algılayan “Diyarbakırlı Abdullah Usta” kebapçısının tüm Diyarbakırlı çalışanları olağan üstü durumu olağan hale, Serdar ve dadaşları ise olağanüstü bir hale sokmak için toplanıyorlar.Bu durumu erken algılayan Serdar’ın dört dadaşı hemen olay mahallini kiraladıkları BMW ile terk ederlerken bizim palavra Serdar tek dişi kalacak canavar misali on-on iki civarı Diyarbakırlı garsonun arasında kalıyor.Ama Diyarbakırlı garsonların kavga etmeyi hiç bilmemelerinden istifade ederek, tabanları yağlıyor ve koşarak olay mahallinden uzaklaşıyor. Garsonları da peşine takarak otele doğru koşan Serdar yaklaşık on beş dakika kadar süren kovalamaca sonucu garsonları ekerek otele varıyor.Odaya çıkıyor, beş dakika sonra BMW’li dadaşlar geliyorlar.Dadaşlar Serdar’ı tek parça halinde odada görünce hayrete düşüyorlar, oysa biz Serdar’ı tanıdığımız için hayrete düşmek gibi bir gaflette bulunmuyoruz.Çünkü bizler Serdar’ın yeri geldiğinde bir BMW den daha hızlı koşabileceğinin farkında ve bilincinde olan zeki insanlarız. Ama gelin görün ki zeki insanların en önemli özellikleri ise kendini zeki sanan insanlar tarafından aptal yerine konulmayı çok sevmeleridir.
Severler, çünkü hiçbir zaman için o zeki gibi görünen aptalların zeki olduklarına inanmazlar. Ve palavra atmaktan da hiç ama hiç hoşlanmazlar.
Yıldız Ünver: Nerelisin sen Cem?
Cem: Hakkari...
Yıldız Ünver: Anlatım dilin çok iyi!Belik iyi bir yazar olabilirsin,ama senden tiyatrocu olmaz Yılmaz!
Yılmaz: Olduğunda görüşürüz!
Tevfik Bilgiçer: Teşekkür ederiz Yılmaz...Çıkabilirsin...
Yılmaz: Ben teşekkür ederim....
Yıldız Ünver: Biz şovmen aramıyoruz değil mi Enis?
Enis Savran: Evet.
Yıldız Ünver: Hem fikir olmamıza sevindim.
Tevfik Bilgiçer: (Gülerek) Sırada Nejat Şensoy var...
Enis Savran: Bu Nejat Şensoy kim ki gülüyorsun?
Tevfik Bilgiçer: Hani şu geçen sene boktan bir şaheser yaratan çocuk vardı ya, işte o?
Enis Savran: Bir görelim bakalım marifetini...
Yıldız Ünver: Çocuğum, çağır gelsin!
KARAGÖZ: Nejat Şensoy!
(Nejat yine gülerek içeriye girer.)
Enis Savran: Hoş geldin Nejat!Bu yıl ikinci senen değil mi?
Nejat: Evet efendim...
Tevfik Bilgiçer: Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene boktan bir parça hazırlamıştın.Kötü anlamında söylemiyorum, yanlış anlamayın ,içerik açısından söylüyorum!Peki busene ne oynayacaksın?
Nejat: Nikos Karamis “Aşk’a Veda”
Yıldız Ünver: Başla o zaman...
Nejat: Şey, pardon müsaade ederseniz biraz konsantre olabilir miyim?
Enis Savran: Tabi ki!hazır olunca başla!
(Nejat yine başı elleri arasında duvara yaslanır, derin nefes alır ve başlar.)
Nejat: Artık bir şeyler yapmalıyım...Artık bir şeyler yapmalıyım! Hissediyorum ölümün o acı veren soluğunu!Biliyorum, birazdan bir kapı açılacak gökyüzünde ve ruhum işlediği suçların acısından çok, yaşayamadığı anların acısıyla yanıp kavrulacak. Ama salmayacağım kendimi!Dimdik duracağım ölümün karşısında, tıpı on sekiz yaşındaymışım gibi sapasağlam.Teslim olmayacağım ölüme o beni esir alsa bile.Tüm ağrılarıma, tüm sancılarıma rağmen sıkıp dişimi inadına gülümseyeceğim karşımda oturan şu güzel kıza.Sonra,ağır ağır teslim olacağım. Ama ölüme değil, aşka!Aşk...Aşk...Aşk..Aşk...
Yıldız Ünver: Ağır ağır değil Nejatçım, ağar ağar!
Nejat: Ama ben böyle çalıştım...Yani..
Yıldız Ünver: Nejatçım, bak ben burada hocayım ve sana ağar ağar okunur diyorum, sen bana ben böyle çalıştım diyorsun.
Nejat: Ben de biliyorum Ağar ağar olduğunu ama...
Yıldız Ünver: Haddini aşıyorsun Nejat!Çıkabilirsin...
(Nejat çıkar...)
Yıldız Ünver: Ya olacak iş değil, ben çocuğa nasıl yapması gerektiğini söylüyorum, o bana akıl öğretiyor.
Tevfik Bilgiçer: Üstelik senin gibi Nikos Karamis uzmanına...E, sonunda aldı mı bari seni okula?(Gülerler...)
Enis Savran: Tevfik abi, öyle demeyin! Çocuk heyecanından kendini ifade edemedi ki.
Yıldız Ünver: Hayır, her şey bir yana ben burada hocayım, o ise burada eğitim almak isteyen biri...
Tevfik Bilgiçer: Bu sene daha iyiydi ama sonuç yine olumsuz!
(Işık söner... Televizyonlarda “Konservatuara Giriş Sınavı – III” yazar...)
KARAGÖZ: Nejat Şensoy...Nejat Şensoy...
(Nejat içeriye girer...)
Tevfik Bilgiçer: Nejat,demek yine sen?Bu sene kaçıncı olacak?
Nejat: Evet efendim yine ben, bu üçüncü girişim.
Yıldız Ünver: Niye bu kadar ısrarcısın Nejat?
Nejat: Çünkü artık dönüşü olmayan bir yola girdim.Ya kazanacağım, ya da kazanacağım!
Enis Savran: Başka konservatuarların da sınavlarına girdin mi?
Nejat: Yok hayır, çünkü burayı kazanmam lazım.
Tevfik Bilgiçer: “Lazım?”Nasıl yani, başka bir konservatuara girsen olmaz mı?
Nejat: Olmaz!
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Çünkü yalan söylemeyi sevmem.
Tevfik Bilgiçer: Bunun yalan söylemekle ne alakası var?
Nejat: Şöyle alakası var. Ben ailemi seviyorum.Ama ailem benim tiyatrocu olmamı istemiyor.
Yıldız Ünver: Yani başka konservatuara girince tiyatrocu oluyorsun da buraya girince tiyatrocu olamıyor musun?
Nejat: Hayır, öyle değil! Yani ben iki sene önce konservatuara girdim aslında.
Tevfik Bilgiçer: O zaman burada ne işin var?
Nejat: Girdim ama aslında girmedim.
Tevfik Bilgiçer: Evladım, girdin mi girmedin mi?
Nejat: Babama göre girdim, ama bana göre girmedim.
Enis Savran: Yani baban seni konservatuara girdi biliyor, ama sen daha girmedin.
Nejat: Evet
Yıldız Ünver: Peki, bununla sadece buranın sınavlarına girmen arasında nasıl bir bağlantı var?
Nejat: Çünkü babam burada okuduğumu zannediyor.
Yıldız Ünver: Ama sen okumuyorsun!
Nejat: Evet, okumuyorum ama okuyor olmam lazım.
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Çünkü babam beni şu anda üçüncü sınıfa gidiyor biliyor ve bunun için ses çıkartmıyor. Şayet burada okumadığımı öğrenirse ya beni vurur ya da öldürür.
Tevfik Bilgiçer: Hani sen yalan söylemeyi sevmezdin?
Nejat: Ama yalan söylemedim ki!
Yıldız Ünver: Yavrucuğum sen burada okumadığına göre, babana burada okuduğunu söylemen yalan olmaz mı?
Nejat: Olur.
Tevfik Bilgiçer: Öyleyse yalan söylemiş oluyorsun değil mi?
Nejat: Evet ama, mecburen söylenmiş bir yalan.Hoş daha sonra bu yalanı sürdürmek için birkaç yalan daha söyledim ama onların mecburiyeti ilkinin mecburiyetinden daha da mecburiydi.
Enis Savran: Yalan söylemek, yalanı oynamayı gerektirir ve yalan oynamak oyunculuğu geliştirir biliyorsun.Hoş bu yöntem hiçbir zaman tavsiye edilmez çünkü iyi oyuncu olmanın en önemli gereği iyi insan olmaktır.
Nejat: Ben yalan söyledim ama kötü bir insan olduğum için değil. Tiyatrocu olmak için.
Yıldız Ünver: Baban niye izin vermiyordu tiyatrocu olmana?
Nejat: Çünkü okuyordum.Okulu bırakmamı istemiyordu.
Tevfik Bilgiçer: Nerde okuyordun?
Nejat: Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği.
Yıldız Ünver: Niçin bırakmak istedin okulunu!
Nejat: Amerika’ya gitmemek için...
Yıldız Ünver: Bunun ne alakası var?
Nejat: Babam Amerika’da master yapmamı istiyordu, ben ise burada tiyatrocu olmak itiyordum.
Tevfik Bilgiçer: Oğlum madem yalan söylüyordun, büyük yalan söyleyip Amerika’da tiyatro yapsaydın ya. Hem buraya döndüğünde daha rahat iş bulurdun kendine.
Nejat: Ne işim var benim Amerika’da canım! Sonra o yalanın altından hiç kalkamazdım.
Yıldız Ünver: Şimdi bu yalanın altından kalkabilecek misin?
Nejat: Şayet bugün kazanırsam kalkarım. Çünkü babam konservatuarı kazanırsam tiyatrocu olmama izin veriyor.
Enis Savran: Yani baban şayet konservatuarı kazanırsan sana izin verecekti.
Nejat: Evet...Ama kazanamadım.Kazanamayınca da “kazandım” diye yalan söyledim.Sonra bir tiyatroya girdim, amatör olarak.
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Keyfimden!Neden olacak ki, tiyatro yapmak için!
Enis Savran: Sonra?
Nejat: Sonra, oyun zamanları okulda parça çalışıyoruz demek zorunda kaldım, turne olduğunda da sınavlar var arkadaşlarda kalıyorum demek zorunda kaldım.
Tevfik Bilgiçer: Hepsi bu mu?
Nejat: Yok...Bu kadar olsa iyi. Ama her şey, okul kayıt paraları, ev kirası, kostüm,aksesuar paraları da işin içine girince kontrolden çıktı.
Yıldız Ünver: Ailenden okul kayıt parası mı aldın?
Nejat: Aldım ama mecburen.Yani şimdi okula kayıt olurken her okul para alıyor, inandırıcı olmak için ben de aldım.
Enis Savran: Ne kadar aldın?
Nejat: Azıcık...
Enis Savran: Ne kadar azıcık?
Nejat: Bir milyar kadarcık...
Enis Savran: İyi de evladım bizim kayıt paramız o kadar değil.Allah bilir sen bir milyarcığı dönemlik almışsındır.
Nejat: Evet ama ben almadım, babam verdi.
Yıldız Ünver: Nasıl yani?
Nejat: Babam okul ücreti ne kadar diye sorunca babama “Bir milyarmış” diyiverdim, babam da “Yani senelik iki milyar, öderiz, yeter ki senin istediğin olsun” dedi. Ben de ses çıkartamadım.
Tevfik Bilgiçer: Utanmadın mı hiç?
Nejat: Utandım tabi, zaten utancımdan ses çıkartamadım.
Yıldız Ünver: Peki ev kirası neyin nesi?
Nejat: O da mecburen.Yani babam yüzünden oldu.
Yıldız Ünver: Nasıl yani?
Nejat: Bir gün evde oturuyordum, babam geldi “Oğlum senin hiç ödevin falan yok mu, ne biçim konservatuar bu?” dedi. Ben de “Var, ama evde rahat çalışamıyorum, hem okul çok uzak, eve geldiğimde de çok yorgun oluyorum “dedim; mecburen tabi.
Tevfik Bilgiçer: Bu hiç de mecburen değil evladım, resmen ayrı eve çıkmak için söylemişsin yalanı.
Nejat: Hayır efendim, mecburen. Yani babam ders çalışmadığımı görse konservatuarda okumadığımı anlayabilirdi.. Onun için böyle bir yalan söylemek zorunda kaldım.
Enis Savran: Sonra?
Nejat: Sonra o da “Okula yakın bir ev tutalım o zaman sana.” dedi. Yine utancımdan sesimi çıkartamadım.
Tevfik Bilgiçer: Bunların hepsini anladık da, şu kostüm-aksesuar parası neyin nesi oluyor?
Nejat: Hah, işte o mecburen değil.Aslında mecburen de, bunun mecburiyetinde değil.Yani bu başak mecburen...
Yıldız Ünver: Hangi mecburenmiş bu?
Nejat: Aslında temelinde yine aynı mecburen var, ama..
Enis Savran: Hangisi o?
Nejat: Yani tiyatro yapmak ama bu başka bir tiyatro yapmak mecbureni..